11 Nisan 2019 Perşembe

John Locke Kimdir?

locke kimdir ile ilgili görsel sonucuJohn Locke 29 Ağustos 1632 — 28 Ekim 1704 yılları arasında yaşamış İngiliz filozoftur.Locke 18. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biridir. Düşünce hürlüğünü, eylemlerimizi akla göre düzenlemek anlayışını en geniş ölçüde yayan ilk düşünür olduğu için Avrupa’daki Aydınlanma ve Akıl Çağı’nın gerçek kurucusu olarak kabul edilir.

17. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biridir. Düşünce özgürlüğünü, insan eylemlerini akla göre düzenlemek anlayışını en geniş ölçüde yayan ilk düşünür olduğu için Avrupa'daki aydınlanma ve Akıl Çağı'nın gerçek kurucusu olarak kabul edilir. John Locke'a göre insan zihni doğuştan boş bir levhadır (tabula rasa). Daha sonra bu zihin deneyimle (tecrübe) birlikte dolar

John Locke, Bristol yakınlarında, Wrington’da doğdu. Kumaş ticareti ile uğraşan bir aileden gelmektedir. Babası ticaretle uğraşmak yerine noterliği tercih etmiştir, ibadetle sadelik isteyen Püriten mezhebinin koyu bir tarafçısıydı. Locke’un daha sonra öne sürdüğü öğrenim kuramlarında babasının büyük etkisi sezilir. Locke yüksek öğrenimini Oxford Üniversitesinde yaptı, en çok tabiat bilimleriyle tıp okudu. Hayata atıldıktan sonra hem yazar, hem de siyaset adamı olarak çalıştı. Önce Brendenbur Dükalığı’nda İngiliz elçiliği katibi olarak bulundu. İngiltere’ye döndükten sonra da 8 yıl Shaftsbury adın bir İngiliz aristokratının yanında özel hekimlik yaptı. 1683’te Shaftsbury’nin Hollanda’ya kaçmak zorunda kalması üzerine Locke da İngiltere’den ayrıldı. Ancak 1689’da İkinci İngiliz Devrimi başarı kazanınca İngiltere’ye dönebildi.

Locke, bütün eserlerinde gelenek ve otoritenin her çeşidinden kurtulmak gerektiğini, insan hayatına ancak aklın kılavuzluk edebileceğini ileri sürer. Bu düşünceleriyle liberalizmin, tabii bir din anlayışının, rasyonel pedagojinin öncüsü olmuştur. En önemli eserleri ’An essay Concerning Human Understanding’ (İnsan Anlayış Gücü Üzerine Bir Deneme), ’Some Thoughts Concerning Education’ (Eğitimle İlgili Bazı Düşünceler)dir. Hükümet üzerine iki deneme adlı eseri vardır. Mutlakıyet yönetimlerini ilk sarsan kişi olarak tarihe geçmiştir, mutlakıyet yönetimine açtığı sarsıntılar sonucunda zamanla derin yarıklar oluşmuştur ve üç büyük devrimin temelleri oluşmuştur. İngiliz, Amerikan ve Fransız devrimlerinin temelini oluşturan filozof olarak akıllara yer etmiştir. Doğal hukuk doktrinini savunanlardan biridir
Empirizmin kurucusu sayılan Locke, doğuştan gelen ideler fikrine karşı çıkmış, zihnimizdeki her tür idenin duyu verilerinden türediğini savunmuştur. İnsan zihni başlangıçta boş bir kâğıt gibidir (tabula rasa). Bu kâğıt dış cisimlerden edinilen duyu verileriyle dolmaya başlar ve böylece duyumun basit ve ideleri ortaya çıkar. Zihin bu basit ideleri çeşitli şekillerde işleyip bir araya getirerek karmaşık idelere ulaşır. Ayrıca duyumdan edinilenler üzerine yapılan içsel duyum ve işlemler, düşünümün ideleri dediğimiz şeyleri doğurur. Cisim idesi de böyle karmaşık bir idedir. Bu ideyi meydana getiren ideler cismin nitelikleri olurlar ki bunlar da birincil ve ikincil diye ikiye ayrılır. Töz idesi ise tüm bu özelliklerin taşıyıcısı olarak kabul edilen idedir. Cisimsel tözler dışında, zihinsel idelerin taşıyıcısı olan bir tinsel tözü de kabul eder. Tanrı da böyle karmaşık bir idedir. Bilgi de bu ideler arasındaki ilişkilerden doğar ve ideler arası uyuşumun ya da uyuşmazlığın algılanma biçimine göre üç dereceye ayrılır; sezgisel, tanıtlamalı ve duyusal. 

Locke’a göre ahlak da matematik gibi tanıtlamaya elverişlidir çünkü ahlaksal yargıların karşılık geldikleri cisimlerin özleri bilinebilir. İyi ve kötü, haz ve acıdan ya da bizde haz ve acıya yol açan şeyden ve istençli eylemlerimizin etik yasalarla uyuşup uyuşmamasından başkası değildir. Üç çeşit yasa vardır: 1. Kutsal yasa, 2. yurttaşlık yasası, 3. Ahlak yasası. 
İnsanın doğal durumu herkesin herkese karşı savaşı değil, özgürlük durumudur ama bu durumu yöneten bir doğa yasası vardır. Bu yasa aklın yasasıdır; insana eşit ve bağımsız olduğunu öğretir. İnsanların doğuştan sahip oldukları doğal haklar, kendini koruma ve yaşamını savunma hakkı, özgür olma hakkı ve mülkiyet hakkıdır. İnsanlar doğal olarak özgür oldukları için kimse öz onayı olmaksızın başkasının politik gücüne uyruk edilemez. Fakat insanlar haklarından daha güvenli bir ortam kurmak için vazgeçer ve bazı hak ve yetkilerini toplumun çoğunluğuna devredecek biçimde sözleşirler. Böylece doğa durumundan çıkarak yurttaş toplumuna geçmek için bireysel istençlerini toplumun istencine bağlarlar. Bu şekilde kurulan hükümet toplumunun hak ve özgürlüklerini korumak, refahı için çalışmak zorundadır. Çıkarılan yasaları uygulamak yürütme erkine ve anlaşmazlıkları gidermek yargı erkine düşer.

kaynakça

Descartes ve felsefi görüşü

descartes ile ilgili görsel sonucuRené Descartes (d. 31 Mart 1596 - ö. 11 Şubat 1650) Fransız matematikçi, bilim adamı ve filozoftur. Batı düşüncesinin son yüzyıllardaki en önemli düşünürlerinden biridir. Skolastik düşünceden sıyrılışın, bir başka deyişle modern felsefenin Descartes ile başladığı kabul edilir. 
Descartes, 1628’den itibaren, 15 yıl süren geziler, savaşlar ve serüvenlerden sonra yerleştiği Hollanda’da, batı düşüncesini altüst eden bir felsefe sistemi kurdu. Öğrendiğinin, gördüğünün, duyduğunun, inandığının hepsini birden büsbütün silerek, her şeyden kuşkulanmaya başladı. Yalnız tek bir şeyden emindi: düşüncenin varlığı. Buradan hareketle, evrenin açıklamasını yaptı.
Metot üzerine konuşmada hep karmaşıktan basite inerek, gerçeği kuşatmaya yarayacak kuralları bir bir saydı. Felsefeyi, bütün inceleme kitaplarının Latince yazıldığı bir çağda, Fransızca yazarak ve “Sağduyu dünyada en iyi bölüştürülmüş şeydir” diyerek, herkesin, uzman olmayanların bile anlayabileceği bir duruma indirgedi. Descartes her tür araştırmanın pratik niteliği üzerinde ısrarla durur. Ona göre en önemli bilimlerden mekanik, insanlara yardım edecek makineleri yapma sanatı; tıp, vücudu ve ruhu tedavi etme sanatı; ahlak, mutlu yaşama sanatıdır.

Şüpheciliğe farklı bir yaklaşım getiren Descartes’a göre şüphe iki biçimdedir: septik şüphe, metodik şüphe.

Ona göre septik şüphe anlamsızdır. Olması gereken metodik şüphedir. Metodik şüpheyi şu şekilde uygular: Önce Tanrı’dan, çevreden, kendinden ve başka insanlardan şüphe eder. Bunu şüphe edemeyeceği son sınıra kadar götürür. Şüphe etmek düşünmektir. Düşünmek var olmaktır. Düşünüyorum o hâlde varım noktasına ulaşır. Latince “De omnibus dubidantum” (Her şeyden şüphelen) en önemli sözlerindendir.
Descartes, matematikteki kesinliği felsefeye kazandırmak amacıyla yola çıktı ve bunun için tümdengelime ve sezgisel yönteme başvurdu. Ona göre tümdengelim kesin olarak bilinen olgulardan yapılan çıkarımdı ve tüm bilgi sezgisel olarak kavranan açık ve seçik başlangıç önermelerine dayanmaktaydı. Matematikteki başlangıç önermeleri doğruluğu sezgisel olarak bilinen doğruluklardı. Descartes felsefe için başlangıç oluşturacak önermelerin de sezgisel anlamda kendiliğinden açık ve seçik olmaları gerektiğini düşünmekteydi. Açıklık bir kavramın zihnimize doğrudan verilmesi, seçiklik ise kavramı zihnimizdeki diğer idelerden ayırt edebilmemiz, sınırını çizebilmemizdir. Descartes felsefeye başlangıç önermeleri bulmak için dört aşamalı bir yöntem önerdi: 

1. Doğruluğunu açık ve seçik bilmediğimiz hiçbir şeyi doğru kabul etmemek.
2. Araştırdığımız sorunların her birini mümkün olduğunca küçük parçalara bölmek.
3. Onları basitten karmaşığa doğru bir sırayla incelemek.
4. Sık sık geriye dönüp elde edilen verileri sınamak.

Bu esas üzere önce her şeyden kuşku duydu ve sonunda kuşkulanmakta yani düşünmekte olduğundan kuşku duyamayacağı sonucuna vardı. 
“Düşünüyorum, öyleyse varım” önermesiyle kendi beninin bilgisini sezgisel olarak kendiliğinden açık ve seçik kabul etti. Tanrı’nın, matematiksel bilginin ve dış dünya üzerine edindiğimiz bilgilerin geçerliliklerini kendi beniyle olan ilişkilerinden yola çıkarak kurdu ve böylece özne merkezli modern felsefenin kurucu babası olarak ünlendi. 

Descartes, tözü “var olmak için kendisinden başka hiçbir şeye gereksinim duymayan bir şey” olarak tanımlar ve Tanrı’yı sonsuz töz, ruh ve bedeni ise sonlu tözler olarak belirler. Ruh tözünün özü düşünmek, madde tözünün özü ise yer kaplamaktı r. Bunlardan madde-cisim, tözü uzamsız var olamaz. Uzunluk, genişlik ve derinlikte uzamlılık bu tözün doğasını oluşturur. Bunlar maddesel tözün birincil nitelikleri, renk, ses, tat, sıcaklık gibi özellikler ise ikincil nitelikleridir. Uzama ilişkin niteliklerin bilgisi, nicelikle ilişkili oldukları, yani matematik dille ifade edilmeye uygundurlar. Maddesel tözün hüküm sürdüğü fizik doğa mekanik yasalara göre işler. Doğa, tüm devinimleri mekanik olan bir makinedir. Hiçbir boşluk içermez. Uzam da maddesel tözün geometrik kavramından başka bir şey değildir. Birbirlerine indirgenemeyecek yapıda olan bu iki farklı töz insanda bir arada nasıl bulunmakta, birbirleriyle nasıl etkileşmektedir? Zihin-beden ilişkisi sorunu olarak bilinen bu konuda Descartes ruh ve maddenin insan beynindeki kozalaksı bezde etkileştiklerini savundu. Törebilimi ise dört pratik ilkeye dayanmaktaydı: 

1. Ulusun yasalarına, törelerine, dinsel inançlarına boyun eğ.
2. Kanılarına bağlı kal ve seçtiğin eylem yolunda kararlı ol.
3. Kendini ve tutkularını çevrene ve talihine uyarla.
4. Senin için en iyi olacak yaşam uğraşını dikkatle seç.

kaynakça
vikipedia
http://www.felsefe.gen.tr/rene_descartes_kimdir.asp

6 Nisan 2019 Cumartesi

İbn Sina'da Uçan Adam Metaforu


ibn sina  ruh ile ilgili görsel sonucuİbni Sina'ya göre ruh bedenden ayrı bir manevi cevherdir, bedeni bir alet olarak kullanır. İbni Sina'nın ruhun maddi bedenden ayrı, manevi bir cevher olduğunu ve kişinin kendini idrakini göstermek üzere verdiği ünlü örnek, “insan-ı tair” (uçan insan) adıyla bilinmekte olup Ortaçağ'da tüm Batı'da kullanılmıştır. Bu örnekte, okuyucularından, kendilerini hiçbir duyumsal temas olmaksızın, tüm duyumlardan yalıtılmış halde, gökte (havada) asılı olarak tasavvur etmelerini ister: Bu durumdaki kişi hiçbir maddi temas olmadığı halde halen kendini idrak etmektedir. Şu halde nefsin (zât) maddeye, yani herhangi bir fiziksel eşyaya bağlı olması fikri mantıklı değildir ve ruh tek başına bir cevherdir. (Burada “ben dünyanın yoğun-kaba maddesinde olmasam da varım” kavramı işlenir.)

İbn Sînâ ben’in ne olduğunu “boşlukta uçan adam” metaforu ile açıklamaya çalışır.İşaretler ve Tembihler’de bu mevzuya girerken “kendi nefsine dön ve iyice düşün!” uyarısını yapar. Daha sonra da insanın kendi nefsinden haberdar olmasının hem uyanık, hem uykuda, hem de sarhoş olunan durum için geçerli olduğunu söyler. Burada sağlıklı bir akıl yaratılışında olup, bedenî organların birbirine değmediği, dolayısıyla hiçbir duyusal idrake sahip olunmadığı bir durumu hayal ettiğimizde şu sonuç vâki olacaktır: “….havada bir an asılı durduğunu varsayarak vehmedersen, kendini her şeyden habersiz ancak varlığının sübutundan haberdar olarak bulursun”. Boşlukta duran bu adam hiçbir duyu idrakine sahip olmadığı için dış dünyaya dair bir şey bilemez, hatta kendi bedeninin varlığını da ileri süremez. Ancak böyle bir durumda dahi zatının varlığına dair bir idrak oluşuyorsa bu idraki sağlayan nedir? İbn Sînâ bu algıyı sağlayanın aracısız olduğunu çünkü ortada bir aracının bulunmadığını söyler. Zatı algılayan kalp, beyin gibi bir organ ve duyuya benzer bir şey değildir. Varlığını algılayan güç nefstir; nefs bedende tasarruf eden cevherdir, “dahası gerçekliği incelendiği zaman o sensindir”. Demek ki ben, bedenden bağımsız olarak kendi varlığını idrak edebilen nefstir ve nefs bedenden ayrı manevî bir cevherdir.






Kaynakça

Şeniz YILDIRIMER, İbn Sînâ ve Descartes’ın Bilgi Anlayışları Bakımından Karşılaştırılması I, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2013/1 , Cilt2 , Sayı 22 ( Sayfa 97 - 129 )
Vikipedi.org